MEVLANA HALİD ZİYAUDDİN BAĞDADÎ Kuddise Sirruh
..:: 1 ::..
Mevlânâ Hâlid hazretleri zahirî ve bâtınî ilimleri zâtında toplamakla "iki kanatlı" mânâsına zül'cenahayndir. Büyük bir âlimdir, itikadda mezhebi Eş'arî, tarîkatı Nakşbendî-Müceddidî, meşrebi Kadirî, Sühreverdî, Kübrevî ve Çeştî'dir. Bu beş tarikattan da icazetlidir. Nesebi Hazret-i Osman'a varır. Babası, Hazret-i Osman neslinden Hüseyin bin Ahmed'dir. Ecdadından olan Pîr Mîkâil hazretleri ekrad arasında "Altıparmak" diye bilinir.
Mevlânâ Hâlid hazretleri ilimde yüksek derece sahibi, sarf, nahiv, mantık, aruz, münazara, belagat, bedî, hikmet, kelâm, usul, hesab, hendese, usturlâb, hey'et, hadis ve tasavvuf ilimlerinde deniz gibi âlimdir.
Muhtereme annelerinin nesebi, Hazret-i Fâtıma neslinden Pir Hızır hazretlerine dayanır.
Mevlânâ Hâlid, 1190 bin yüz doksan senelerinde Baban sancağı'nın Karadağ kasabasında dünyaya gelmiştir. Burası Süleymaniye'ye beş mil mesafededir. (Süleymaniye, Musul vilayetinde. Musul'un ikiyüz otuz kilometre güneydoğusunda, Bağdad'ın ikiyüz yetmiş kilometre kuzeydoğusunda, İran sınırından kırkbeş kilometrelik mesafede iki dağ arasında uzanmış bir ovada bulunan sancak merkezi bir kasabadır. (Kamusu'l-a'lâm.)
Bu kasab da birden fazla medrese bulunup birçok bahçeleri ve tatlı su pınarları vardır.
Hâlid orada yetişti. Medreselerinin bir kısmında Kur'an'ı, Şafiî fıkhını, sarf ve nahvi öğrendi. Daha bulûğa ermeden akranını geride bıraktı. Bununla beraber nefsini terbiyeye, zühde, açlığa, az uyumağa, haramlardan çok sakınmağa, Suffe ashabının hallerine uyarak kendi haline yaşamağa azmetti.
İlim tahsili için birçok beldelere yolculuk edip ulûm-i nâfiayı, zahir ilimleri öğrendi. Kendi memleketine yakın yerlerde bulunan birçok muhakkik şeyhlerden ilim tahsil etmiş, sonra Süleymaniye'ye gelerek hikmet okumuş, sonra memleketine dönerek hakikat meydanında zamanının âlimlerini geride bırakmıştır. Müşkil ibarelerden ne sorulursa sorulsun derhal cevap verirdi. Çok kuvvetli bir hafızası, harikulade bir zekâsı vardı.
Harikulade ilmiyle meşhur olup şöhreti bütün dünyaya yayıldı. Birçok medreselerin müderrisliği kendine verildiyse de "bu makama layık değilim" diyerek kabul etmedi.
Sonra Sendec taraflarına giderek hendese ve hey'et (yani geometri ve astronomi) ilimlerini büyük âlim Muhammed Kasım Sendecî'den ikmal edip memleketine döndü.
Süleymaniye'deki âlim şeyh Abdülkerim, bin ikiyüz onüçte vefat ettiğinde onun yerine müderris olup ilim okutmaya başladı. Dünya ve ehline meyletmeyip Cenab-ı Hakk'a ibadet ve ubudiyet yolunda istikametini muhafaza etti.
Allah'ın hükümlerini tebliğde hiç kimseden yılmadı ve korkmadı. Sözü tesirli, sireti makbul idi. Azimetle amel ederdi. Emsali ona hased ederlerdi. Fakr u kanaati şiar edinmiş, sabır hasletiyle aziz olmuştu. Vakitlerini istiğrak halinde yaptığı ibadetleriyle geçirirdi.
Bin ikiyüz yirmide içini haccetmek ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in mübarek Ravza-i Mutahharesini ziyaret etme iştiyakı sardı. Mâsivâdan sıyrılarak Allah ve resulü yolunda hicrete koyuldu. Haleb-Şam yoluyla Hicaz'a gitti. Bu beldelerde bulunan meşhur muhaddislerle musahabe eyledi. Onlardan hadis dinledi. Hadis dinlediği Şeyh Muhammed Kezberî, Mevlânâ Hâlid hazretlerine Kadiriyye tarikatından icazet verdi.
Mevlânâ Hâlid, Medine-i Münevvere'ye varınca Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'! bir kaside ile medheyledi. Bir müddet orada kaldı. Adeta Mescid-i Nebevi'nin bir güvercini oldu.
Mevlânâ Hâlid hazretleri anlatırlar:
"Medine-i Münevvere'de iken nasihatından istifade edeceğim bir zât aradım. Birini buldum. Onu, abdest alırken gördüm. Önce ayağını, sonra kolunu, daha sonra yüzünü yıkadı. Kendi kendime: "Bu adam daha abdest almayı bilmiyor!" dedim. Bana sert sert baktı ve dedi ki: "Mekke'ye vardığın zaman böyle şeylere karışma!"
Kim olduğunu sordum. Yemenli imiş. Bir büyük zât imiş. Bir cahilin bir âlimden rica edeceği şekilde nasihat istedim. Birçok nasihatten sonra buyurdu ki: "Mekke'de şeriatın zahirîne muhalif bir iş ve hareket görürsen inkâra kalkışma!"
Sonra Mekke'ye, Harem-i şerife vardım. O zâtın nasihatıyla amel etmeyi uygun gördüm. Bir deve kurban etme sevabını almak için erkenden Harem'e girdim, Kabe'ye doğru oturup Delâil okumaya başladım.
Karşıma siyah sakallı, avam kıyafetinde, Beytullah'a arkasını dönmüş, yüzünü bana çevirmiş bir adam gördüm. Onunla benim aramda kimse yoktu. İçimden: "Şu adamın terbiyesizliğine bak!" dedim. O adam bana: "Allah katında mü'mine hürmet Kabe'ye hürmetten daha makbuldür. Neden benim Kabe'ye arka dönüp sana yüzümü verdiğime itiraz ediyorsun? Medine'de sana söylenen sözü ne çabuk unuttun!?" dedi.
O zâtın evliyaullahdan olduğuna şüphem kalmadı. Kendisini gizliyor diyerek ellerine kapandım. Kusurumun affını rica ettim. Beni Hakk'a irşad etmesini taleb ettim. Buyurdu ki: "Senin fütuhatın burada değildir." Ayağını kaldırıp Dehlâ'yı gösterdi. Bir baktım Dehlâ'yı gördüm. Gözümün önünden gitmedi. Devamla dedi ki: "Orada sana işaret gelir. Senin fütuhatın orada olacaktır."
Haremeyn'de beni maksuduma irşad edecek bir zât aramaktan vazgeçip haccımı ikmal ederek Şam'a vardım. Oradaki âlimler ile ikinci defa teşerrüf ettim. Bana karşı kalblerinde muhabbet uyandı."
Mevlânâ Hâlid hazretleri, ondan sonra memleketine dönüp zühdünü artırdı. Bugüne kadarki hasenatını seyyiat saydı.
Şah Abdullah Dihlevi hazretlerine bağlı müridlerden birisi gelip Mevlânâ Hâlid hazretleriyle görüşerek, şeyhinin Nakşî tarikında bulunup, peygamber ahlâkı ile ahlâklanmış, ilmiyle amil bir mürşid-i kâmil bulunduğunu, şimdi Cihanabad'da ikamet ettiğini, muradıma orada nail olacağımı anlatarak: "Yürü, onun hizmetine kavuşmak için yolculuk edelim" dedi.
Bu müridin sözü canına işleyip gitmeğe karar verdi. Müderrislik vazifesini terkederek bin iki yüz yirmi dörtte develerle ıssız sahraları geçerek Tahran'a vardılar. Orada İsmail Kâşi isminde bir müctehidle görüşerek uzun tartışmalardan sonra onu susturmuş, İsmail Kâşî de talebelerine "Bizim delilimiz kalmadı" demiş.
Sonra Bestam'a varıp Sultanü'l-ârifin Bâyezid Bistâmî hazretlerini ziyaret ederek farsça bir kasideyle medheylemiş, Markan, Simnan ve Nişabur'a uğrayıp oradaki Allah dostlarını ziyaret etmiş, sonra İmam Ali Rıza'yı ziyaret edip bir kaside ile medhetmiş, o kasideyle de Tuş şairlerini suskun etmiş, Tuş şehrinde birçok bid'atler bulunması sebebiyle çok durmayıp geçmişti.
Sonra Herat'a varmış, oranın ulemasıyla görüşmüş, imtihan meydanında onlarla muhavere etmiş, Afgan uleması Mevlâna Hâlid'i "sahili olmayan bir okyanus"a benzetmişler, hepsi de hakkı teslim etmişlerdir.
Oraya da veda edince birkaç mil ötede acaib haller müşahede etmeye başladı.
Oradan bir mağaraya geldiler. Afgan'ın genç haricilerinin mağarası olup şerlerinden kendi haricîleri bile titrermiş. Oradan geçip Kandehar, Kabil ve Daru'l-ilimde müşavere ettiler. Buradaki âlimler Mevlâna Hâlid'i korkunç bir sel ve şiddetli bir yağmur gibi buldular.
Oradan diğer bir kasabaya vardılar. Orada muhakkik âlim Şeyh Muhammed Senâullah Nakşbendî'nin yanına varıp ondan dua ve yardım taleb etti. Mevlâna Hâlid diyor ki: "O gece rüyamda dişlerini yüzüme geçirip beni çekmeye başladıysa da ben gitmedim. Sabaha çıkınca huzura vardım, rüyamı söyledim." Buyurdular ki: "Allah'ın bereketiyle kardeşimiz seyyidim Şeyh Abdullah Dihlevî hazretlerinin hizmetine git diyerek "senin maksudun onun vasıtasıyla hasıl olacaktır" buyurdu.
Ben anladım ki şeyhimin himmetinin cazibe kuvveti beni kendine cez-betmiştir.
İniş-yokuş demeden uzun mesafeleri katederek Dehlâ'ya, Cihânâbâd'a vardık. Yola çıktığımızdan bir sene sonra vasıl olmuşuz. Varacağımıza kırk konak kala nefahat ve işaretleri gelmeğe başladı. Ben oraya varmadan has ihvanına geleceğimi haber vermişler.
Mevlâna Hâlid kuddise sirruh, Dehlâ'ya girdiği gece arapça bir kaside ile, bir sene süren yolculuğunu, o meşakkatten kurtulduğunu ifade ile şeyhini medhederek himmetini taleb ile Cenab-ı Hak tarafından kabulünü rica etmiş, matlubuna vasıl olduğun için şükrünü Allah'a arzeylemiştir. Mevlânâ Hâlid, şeyhine vasıl olduktan sonra yol ihtiyaçlarından artan neyi varsa hepsini fakirlere tasadduk etti. Sonra Hind diyarında şeyhlerinin şeyhi, tarikatlerinin kutbu, yaratıkların gavsı, hakikatlerin madeni, kâmil ve mükemmil şeyh Abdullah Dihlevî kuddise sirruh hazretlerinden feyz aldı.
Orada telkin olunan zikir ve mücahede ile beraber zaviyenin hizmetiyle meşgul olmuş, beş ay geçmeden de ferd-i kâmil olmuştur. Allah bunu dilediğine verir, O'nun fazlı büyüktür.
İftihar edilmez, zira bir lûtf-i ilâhîdir. Sâliklerden bazıları bir anda vâsıl olur, bazıları bir saatte, bazıları bir günde, bazıları bir haftada, bazıları bir ayda veya birkaç senede vâsıl olurlar. Minhâcü'l-âbidin kitabında bunlar anlatılmıştır.
Abdullah Dihlevî kuddise sirruh hazretleri mübarek eliyle ihvanına yazdığı mektubunda Mevlânâ Hâlid kuddise sirruh hazretlerinin fenâ-yı tam ve bekâ-yı tam ile maksuduna vasıl olduğunu beyan etmişlerdir.
Mevlânâ Hâlid kuddise sirruh hazretlerine Nakşî, Kadirî, Sühreverdî, Kübrevî ve Çeştî olmak üzere beş tarikattan hilafet vermişlerdir. Şeyhinin işaretiyle âlim ve fazıl Abdülaziz Hanefî en-Nakşbendî'yi ziyaretle Kütüb-i Sitte'den icazet aldı. Bu zat, Mevlânâ Hâlid'i icazetnamesinde "Hak yolunda yüksek himmet sahibi" diye medheyledi. Ondan sonra hadis ve tefsirden de icazet vermiştir.
Bir sene hizmet ettikten sonra irşadla vazifeli olarak memleketine dönmek için izin verildi. Abdullah Dihlevî hazretleri, Mevlânâ Hâlid hazretlerini dört mil mesafeye kadar uğurladılar. Karadan ve denizden gitmek suretiyle elli günde memleketine ulaştı. Bu elli gün içinde bir şey yemedi ve su içmedi. Zikir ve ibadetle gıdalandı.
+++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++
MEVLANA HALİD ZİYAUDDİN BAĞDADÎ Kuddise Sirruh
..:: 2 ::..
Dönüşünde Şîraz ve Isfahan taraflarına uğradı. Her nereye vardıysa Hakkı söyledi. Bazı râfızîler ona cevap vermekten aciz kaldıklarından dolayı Mevlânâ Hâlid'i öldürmeğe teşebbüs ettilerse de başaramadılar. Hatta kılınçlarını çektiler, bir şey yapamadan dönüp gittiler.
Ondan sonra Hemedan ve Sendec'e geldi. Bin ikiyüz yirmi altıda Süleymaniye'ye vasıl oldu. Memleketinin ileri gelenleri onu izzet ve ikram ile karşıladılar. Şeyhinin işaretiyle o sene Şehrezur'a geldi. Evliyayı ziyaret etti. Gavs-ı Âzam Abdülkadir Geylânî hazretlerinin zaviyesine inip orada insanlara Rasûlullah'ın şeriatını öğretti. Orada beş ay kalıp Bağdad'a geldi.
Fakat muasırları hased ederek düşman oldular ve iftiralarda bulundular. İşitilmesi bile nefret verecek sözler söylediler. Onların iftiralarına karşı güzel muamele edip ıslah olmaları için dua etti. Fakat hased ateşleri sönmedi, bir kat daha arttı.
Süleymaniye'de ikinci defa olarak münkirler Allah'ın intikamını hesaba katmayarak Bağdad valisi Said Paşa'ya içi küfür ve asılsız şeylerle dolu bir mektup yazarak Mevlânâ Hâlid'in Bağdad'dan uzaklaştırılmasını istediler. Bağdad valisi, bu mektubu eski müftü Muhammed Emin Efendi'ye gönderdi. Bağdad ulemâsı da durumu idare ederek Mevlânâ Hâlid hazretlerine: "Siz yine memleketinize dönün." dediler. Mevlânâ Hâlid hazretleri memleketine dönüp Kerkük, Erbil, Musul, Ammariye, Antep, Haleb, Şam, Medine-i Münevvere, Mekke-i Mükerreme ve Bağdad'dan gelen nice kimseler istifade etmişlerdir.
Mevlânâ Hâlid hazretleri cömerd, güzel ahlâklı, insanların ezalarına tahammül eden, gayet açık ve tatlı konuşan, Allah yolunda kınayanın kınamasından korkmayan, ihtiyatı elden bırakmayan, azimetle amel eden, yetim çocukları ve dul kadınları himaye eden, iaşelerini kendisi temin eden, başkalarından yiyecek kabul etmeyen bir zât idi.
Makâmât-ı Harîrî üzerine te'lifi vardır. Fakat tamamlanmamıştır. Hadis-i Cibril'i şerhetmiştir. Bu eserinde İslâm akaidini anlatmıştır. Farsçadır. Şiirlerinin çoğu Farsçadır. Bir de divanı vardır ki ilkbahardan güzeldir. Bunu da bin ikiyüz otuzbeşde tertib etmiştir.
Usul, Hadis, Fıkıh, Tefsir, Tasavvuf okutur, hastaları tedavi eder, sâlikleri en güzel şekilde terbiye ederdi. Asrının edibleri onu birçok kasidelerle medhettiler. Kapısı, nice fazilet erbabının müracaat yeri idi.
Mevlânâ Hâlid hazretleri halkın birçoğunun kendini meşgul etmeleriyle Hak'dan gafil olmazdı. Allah onun rûhâniyetlerini ve himmetlerini üzerimizden eksik etmesin.
Her kim Mevlânâ Hâlid hazretlerinin huzurunda oturup edebe riayet ederek zahiren ve bâtınen âdabına riayet ederse bir lahzada faydalanıp sözlerinde gizli bulunan nurlar sırlardan istifade eder, derhal tesirini görür, kalbi dünya sevgisinden, makam mansıb endişesinden, mal mülk pasından, gafletten temizlenirdi. Bu özellik, ehlullahın kümmelîninde bulunur.
Bundan sonra Mevlânâ Hâlid hazretleri Şam'a geldiler. Kınvat mahallesinde bir ev alıp bir kısmını camiye vakfeyledi. Beş vakit namazını orada cemaatla eda edip harab olmuş nice mescidleri tamir ettirdi. Eski camileri ihya etti. Kendisi son derece cömerd idi. Ayrıca orada ilim ve fazilet neşretti. Birçok talebesini dünyanın değişik yerlerine göndererek oralarda yüce Nakşbendi tarikatını yaydı.
Dünyadan ahirete irtihali vakti yaklaştığı, tertemiz ruhunun Rabbine razı ve rızaya ermiş olarak icabet zamanı geldiği vakit Allah ona bunu ilham etti. Dımaşk'ın dışında Sâlihiyye'de Kırklar makamının karşısındaki bir dağın tepesini göstererek kabrinin orada kazılmasını emrettiler. Kabrin kazılması tamamlanınca bin iki yüz kırk iki senesi Zilkade ayının on dördüncü Cuma akşamında vefat ettiler. Vefatının sebebi taundur. Cenab-ı Hak onda birçok şehadet sebeblerini toplamıştı: Taun, cuma günü, gurbette bulunması, ilim neşriyle meşgul olması gibi. Çünkü o daima dînî ilimleri yaymaya, hanif meşrebiyle bid'atleri kafalarından ve gönüllerinden temizlerdi.
Vefatından önce evlâdına ve tarîkatına naibi ve kaim-i makamı olarak Şeyh İsmail bin Abdullah'ı vasiyet etti. "Halifelerim İsmail'in emrinden çık-masmlar" buyurdu. Allah Teâlâ onu ve ümmet-i Muhammed'i en güzel şekilde mükafatlandırsın, amin.
MEVLÂNÂ HÂLİD HAZRETLERİNİN BİR MEKTUBU
Yarınki günahını düşünmeyerek günlük meşgalesiyle nefsinin helakine çalışan Hâlid'den, mahdumları Seyyid Abdülgafur, Mevlânâ Muhammed ve Musa el-Cebûrî'ye:
Allah'ın selamı, rahmet ve bereketi üzerinize olsun. Size kesinlikle emrederim ki bütün varlığınızla sünnet-i seniyyeye sarılıp cahiliye adetlerinden, Allah ve Rasûlünce reddedilen bid'atlerden sakınasınız. Sufilerin rastgele söylenmelerine aldanmayasınız. Onlardan hangi sebeble olursa olsun hiçbir şey istemeyesiniz. Çünkü bu sizin kötülükle itham edilmenize sebeb olur. İki kötülük arasında çaresiz kalırsanız daha hafif olanını tercih ediniz. Mutluluğa eren kimse, başkasının başına gelenden ibret alıp kendisine ders çıkaran kimsedir. İhvanın bir ihtiyacını yerine getirmek için yardımcı olmak elbette en büyük ibadetlerdendir. Fakat bu hizmetler, bundan daha önemlisi bulunmadığı takdirdedir. En önemliyi, daha az önemliye tercih ediniz. Sakın krallarla, valilerle ve onların takımlarıyla bir işe girişmeyesiniz. Çünkü siz onları ıslah edecek güce sahip değilsiniz. Onları gıybet etmeyiniz. Şımarıklık ederek "onlar zalimlerdir" fikrine kapılarak sizden başka salih yoktur zannederek onlara sövmeyiniz. Şüphesiz ki bu kendini beğenmek ve cahillik etmektir. Bizim içimizde hiç zalim yok mudur? Onun için, sizin işlerinizi yüklenmiş kimselere, yani devlet adamlarına hayırlı işlerinde başarılı olmaları için, eğer kötü kimselerse ıslah olmaları için dua ediniz. Taberânî el-Mu'cemu'l-Kebîr'inde ve Evsafında sahih sened ile Rasûl-i Ekrem'in: "İmamlara (devlet adamlarına) sövmeyiniz. Onların ıslah olmaları için dua ediniz. Çünkü onların ıslah olmaları sizin faydanızadır" buyurduğunu rivayet ediyor.
Bugünden sonra onlardan ve yardımcılarından, dünyanın tadını çıkarma sevdasında olan, arzularına esir olmuş tüccarları, ulema taslaklarını, ilmi halk arasında bir makam mansıb aleti yapan, dünyalık toplamak için maşa olarak kullanan talebeleri, tenbellikleri sebebiyle yüklerini halka yüklemek için kendine salih kimse yahud mürid süsü veren asalakları, kendileri için dünyalık bir makam mansıb göründüğü zaman aç bir kaplan gibi oraya atılan kimseleri, aynı yere namzed olmakta kendine denk bir kimse bulununca ona olmadık düşmanlıkları yapan adamları, insanlar arasında şöhret sağlamak için; dünyalık yığmak için gelen kimseleri tarikata sokmayınız.
Biliniz ki bana en sevgili olanınız tâbîleri en az olup dünyacı kimselerle alâkası olmayanınız, kimseye bir yükü bulunmayanınızdır. Daha sevgilileriniz fıkıh ve hadisle meşgul olanlarınızdır.
Bazı hadislerde varid olmuştur ki: "Bir kimse sultana ne kadar yaklaşırsa Allah'dan o kadar uzaklaşır."
Tabileri çoğalan kimsenin şeytanları çoğalır. Malı çoğalan kimsenin hesabı zorlaşır. Tama', şöhret sevgisi, makam mansıb sevdasına tutulduğu için dünyalığını çoğaltmakta bir beis görmez olur. Bu ise dîni dünya ile değişmek demektir. Bu ve benzeri niyetlerin ne kadar bozuk olduğunu söylemeğe lüzum yoktur.
Şeytan sizi halîfe olmanın faydasıyla, halkı cezbeye getirme kudretinin o kimselerin faydasına olacağına ve siz çoğalınca Kur'an hatimlerinin kolay-laşacağıyla aldatmasın. Ben size her gün bir hatim yapabilecek sayıda sâdık talebelerimizden tertemiz, yukarıda saydığımız kötülüklerden hiçbirine bulaşmamış olanları bıraktım. Onlar az da olsa binlerce tenbelden hayırlıdır. Her gün Kur'an hatmi için otuz mürid kâfîdir. Komşulardan halis olanlar da gerektiğinde bu işe dahil edilir. Bu da mümkün olmazsa Allah kimseyi takatinin üstünde bir şeyle mükellef tutmaz.
Ubeydullah Efendi, kadınların kendisine teveccüh için gelmelerine son versin. Bu onun tarikattan çıkıp kendi kendine bir iş yapmakta olduğu için tepesi üstüne yıkılmasına sebeb olur. Bu tarikatın büyükleri böyle şeylerle oynaşmadılar. Ubeydullah efendinin bu duruma gelmesi, üzerinde hilâfet unvanının bulunmasındandır. Bir de kendisinin bütün halîfelerden kıdemli olduğu fikrine kapılmış. Bu ise onun dünyacılardan olmakta devam ederek tarikata girmesine benzemez. Ehl-i dünyadan olduğu için tarikata alınmayan merhum kardeşinin haline de benzemez. Bu tarikatın büyükleri nice müridleri en küçük gevşeklikleri sebebiyle kovmuşlardır. Nerde kaldı halifeler? Reşehât'a bakınız! Hâce Bahâeddin Nakşbend ve Hâce Ubeydullah Ahrar'ın hac için izin isteyenleri reddetmelerine bakınız! Bazan medreselerde müderrislik yapan müridleri bile o işten menedip, "bile bile emrimize muhalefet ederseniz bize verdiğiniz söz üzere değilsiniz!" demişler ve "Zulmedenler nereye gittiklerini pek yakında bileceklerdir!" ayetini hatırlatmışlardır.
Kulların en zayıfı Hâlid en-Nakşbendî el-Müceddidî.
- Bu yazı Muhammed b. Abdullah el-Hânî'nin ADABisimli kitabından derlenmiştir. Yayınevi: Erkam